4 Şubat 2013 Pazartesi

Bir fotoğraf, bir şarkı

Günlükten basit alıntılar;

''Geçirdiğimiz gün, sanki sadece bir kaç saat geride kalmış gibi aklımda. Hırslanıyorum, hevesleniyorum dönüşüne. Gideceğini bile bile hissediyorum, sanki sen de attığın adımlara dahil ediyorsun beni, taşıyormuş gibi anılarımızı üzerinde ve hevesin kırılmasın diye yaklaşmıyormuş gibi duruyorsun karşımda. Çok uzaktasın, çok uzakta usulca beklediğim geleceğimiz. Hiç gelmeyecekmiş gibi uzakta, yine de karşımda; aklımda. Müziklerde, içkilerde, fotoğraflarda ve gittiğim her yerde yanı başımdasın işte.

Sakince çalan bir şarkı gibi, arka fonda, aklıma düştüğünde zamanı durduran tek varlıksın işte.

Biliyorum, ben zaten abartıyorum seni, diğerlerini abarttığım ve kendimi aldattığım gibi. Yine de dönüşünü bekliyorum. Dönüşün uzakta fakat hevesleniyorum işte.

Sen; gökyüzümün en beyaz bulutu, en sakin meltemim ve en sert dalgalarım kıyıya çarpan, gizlediğim, hatırladıkça sevindiğim, uzaklara bıraktığım ve beklediğim, en susuz anlarımın mucizesi, hayat veren kaynağım, koskocaman sahilimdeki en parlak taşım, en nadide canlısı denizimin, en güzel ezgim kendimi bıraktığım, en mutlu 'anı'm, en tatlı muhabbetim, en sağanak yağmurum, en içten yazılarımı süsleyen adam; en güzel insanım hayatıma dahil ettiğim.

Tek bir gün, bir kaç saat. Ama özlüyorum işte.''


Not: cesaret, alkol etkisi.

15 Ocak 2013 Salı

Söylenmemiş sözler


''Zaman nasıl koşar gibi ilerliyor... Biramdan bir yudum daha alayım ve hızlıca karışsın kanıma alkol. Ne diyeceğimi bilemiyorum, ellerimi nereye koymalıyım? Bana böyle sorular sorma lütfen. Hayır,öpme.Gideceksin zaten, öpme. Buradan kalktığım an aklımdan çıkaracağım seni. Binlerce kilometre uzaktasın benden.''

Ellerim klavyenin üzerinde geziniyor ve en uygun kelimeleri oluşturmak için harfleri seçmeye çabalıyor. Basit bir 'Nasılsın?'. Yazamıyorum.

...Hayatımın hiçbir döneminde kendimi böyle derinden dinlediğim olmamıştı. Her an, hislerimin nasıl değiştiğini izliyorum sessizce. Öfkeleniyorum ara sıra, bir hevesle tekrar tutmaya çalışıyorum düştüğüm yeri ve gülüyorum. Hırslanıyorum.Sayıklıyorum adını. Yazdıklarını okuyorum. Ellerim klavyenin üzerinde geziniyor ve yavaşça kayıyor aşağıya doğru. Yazamıyorum basit bir 'Nasılsın?'. Nasıl olduğunu umursamadığımı sanma, korkuyorum vereceğin cevaplardan, konuşmaktan.

Bir kadın düşün.Adım adım ilerleyeceğine, gerilemiş tembelliğinden. Yanlış tercihler sarmış aklını, bedenini, çevresini. Mutsuzluk değil hissettiği, hayır mutsuz değilim ben. Dönüp duruyorum kendi etrafımda bencilce. Kaçıyorum dostlarımla sohbetten, neden diye sorulmasından kaçıyorum sadece.

Sokaklara dökülüp şarkılar mırıldandım usulca. Bağıracak kadar cesaret sahibi olamadım hiç. Sen de nereye yürüdüğümü bilmeden saatlerce yürüdüğüm Ankara'da adımlarıma eşlik eden şarkılar gibi, yanımdasın şimdi. HIzlıca akıp giden zaman, kısacık dakikalara rağmen, sıcaklığımla sardım seni. Soğuk tavırlarıma, uzaklaşmalarıma, sessizliğime ve gururuma rağmen, ellerini tuttum sımsıkı, kahkahalarına eşlik ettim, kabullendim kendiğimi kabullendiğim gibi, kalbimi ısıttım. Fakat, biliyorum, zaman donduracak hislerimizi.
Yine de giderken iç organlarımı da söküp götürmeseydin iyiydi.

6 Haziran 2012 Çarşamba

Çünkü..

Bir gün en derin kuyulara düşecektik hepimiz. Bu ölümden farksız, fakat yaşamak kadar da anlamsız olacaktı. Yalnız olabilirdik, belki sevdiğimiz birileri olurdu yanımızda. Ne önemi var ki?Çıkmak oldukça zor, kalmak hem yaşamamıza hem de ölmemize engel oluyor. Her şey üst üste gelir ve düzelirmiş. Ağlamadan gülünmez derdi annem.

16 Mayıs 2012 Çarşamba

Dipsiz ve hissiz

Tutunacak hiç bir şeyin olmadığında daha iyi anlarsın güçlü olmanın ne çok değerli olduğunu. Tek başına ağlarsın, gülersin ya da heyecanlanırsın ve çoktan öğrenmişsindir zaten diğerleri mutlu ya da mutsuz olmaz seninle. Sen de bırakırsan ellerimi, acımaz mı artık canım? İlk defa olmuyor bu. Herkes, hep gider. Seni düşünmeden gider hayatından.Sen daha yeni mi öğreniyorsun küçüğüm? Ben rüyalarımda hep seni görüyorum. Sen, güzel şey. Bu yağmur kokan gecede, sen yine rüyalarımdasın ve ben sana dokunabiliyorum. Ardından uyanıyorum korkuyla. Ağlıyorum. Sana her gece dokunup hiç bir zaman ulaşamayacağımı biliyorum. Sana ve diğerlerine. Kalbim defalarca kırılıyor, kırılıyor, kırılıyor.Ama onarılmıyor. Kalbim, sen ve diğerleri için yeterli önemi kazanamadı çünkü. Tutunacak hiç bir şeyin yoksa, daha iyi anlarsın kendini. Sadece sen varsın ve seni dinleyen yine sensin. Tutunacak hiç bir şeyin yoksa, daha az acır canın zamanla. Düştüğünde kimse tutmuyorsa, sen çoktan karışmışsın kalabalığa. Karanlıkta, diğer odalardan sızan ışıkla, gözlerimde uykuyla ve kalbimdeki buruklukla yazıyorum sana yine. Dinle, bana hep masal gibi anlatıldı hakkımdakiler. Ben güçlüydüm, ben direnebilirdim ve ben asla yenilmezdim. Daha küçüktüm, yükümü sırtıma verdiklerinde. O zamanlar mutluydum, yenilmezsin demişlerdi işte. Mutsuz etmezsin demişler ama mutsuz edilirsin demeyi unutmuşlardı. Kaybedecek bir şeyim kalmadığından olsa ki, hafif hissediyorum bedenimi.Sorumlulukların altında ezilirken, kimse el uzatmadı diye kırgındı kalbim. Bak hepsini yok ettim, görüyor musun? Bak hepsini kaybettim. Hiç bir kavramın değeri yok benim için. Bugün hava toprak kokuyordu ve ben gülümsedim kaybedişime. İlk değildi bu. Herkes, hep kaybeder. Beni düşünmeden gider hayatımdan. Şaşkınlıklarımı, üzüntülerimi ve burukluğumu bana bırakırlar. Herkes gider hayatımdan, sen daha yeni mi öğreniyorsun küçüğüm?

8 Mayıs 2012 Salı

Tenin Kokusu

Tenini izliyorum ve bundan büyük bir haz duyuyorum. Tatlı tatlı uyuyorsun karşımda. En ufak ses yüzünden uyanıyorsun ve ben bu tatlı tabloyu bozmamak için nefes alışverişimi bile yavaşlatmaya çabalıyorum. Kıpırdamıyorum. Tüm hücrelerime kadar neşeyle doluyorum ve seni öpmek istiyorum. Seni, tüm tenini koklayarak öpmek istiyorum. Her noktanı koklayabilirim. Boynunu, bileklerini, göğsünü, göbeğini, ve daha aşağısını. Beni kıvrandıran noktalarını. Aslında hiç bir zaman uyuyormuş gibi görünmüyorsun. Sanki her an gözlerini açıp 'bana bakmayı kes artık.' diyecek gibisin. Fakat bunu söylemen bile, aslında seni izlememden hoşnut olduğunu anlamama yeterli olur. Çünkü hep yaptığımın aksini arzu ettiğini söylersin. Ben ise ne istediğini bilirim. İçim gerçekten mutlulukla dolu. Halbuki yarın ve diğer günlerde beni bekleyen zorluklarım var benim. Seni izlemekten çok, hayatımı sürdürmek için bazı işlerimi yapmam gerek.Hayatım hiç de masum olmayan bazı yalanlar üzerine kurulu, biliyorsun. Hayır, sana asla yalan söylemiyorum. Karşımdaki sen olduğun zaman her şeyi, en ince en derin ayrıntılarına kadar anlatmak istiyorum. Ve aslında beni, aynı uyuduğun zamanki gibi en uysal halinle dinlemeni istiyorum. Gözlerini hafifçe aralıyorsun ve müziğin sesini kısıyorsun. Bilgisayarın ışığından yüzünü net bir şekilde görüyorum. Kusursuz bir yaradılış. Dudaklarının karakteristik duruşuna her defasında tekrar hayran kalıyorum. Gözlerinden, kendimi mahrum bırakmamak için tüm hayatımı sana adayacağımı yineliyorum içimden Sana baktıkça, varlığın için mutluluk gözyaşları dökmek istiyorum. Bedenin, mükemmel bir uyum içinde hareket ediyor her dönüşünde. Vücudunun gerçek bir ritmi olduğu hemen belli ediyor kendini. Hala uyuduğundan şüpheliyim. Yerimden fırlayıp dudaklarına yapışmamak için zor tutuyorum kendimi. Öpüşmekten fazla hoşlanmıyorsun.Seni öpmeye çalıştığımda, kendini teslim edişin ve hareketsiz kalışın beni sana daha çok bağlıyor. Sanırım ben de acıdan hoşlanıyorum. Evet ben kısa bir zamanda fazlasıyla, mazoşist bir acı duyacak kadar bağlandım sana. Sana ve o mükemmel kokuna. Teninin kokusuna. Not: Bu blog fazla öznelleşmeye başladı.

22 Nisan 2012 Pazar

Vazgeçmek sevmek değildi, o aslında çoktan kaybetmişti.

Kaç gün olduğu önemsiz, ne kadar süreceği ne farkeder, yaklaştı mı uzakta mı kaybedişimiz birbirimizi? Yenilmek değil kaybetmek, vazgeçmek. Vazgeçmek olur ancak adı. Biri gelir, önemli bir yere sahip olur hayatında. Aklında sadece o olur ve zaman zaman korku düşer. Nasılsa günler sayılıdır, bizim sayamadığımız günler. İyi ki göremiyorum geleceği diye şükrederdim ben. Halbuki belirsiz korkutur hep. Belirsiz zamanlar, belirsiz insanlar. Sen yanımdan kilometrelerce uzaklaşacaksın ya da yine komşum olacaksın. Aklındaki ben değilsem, ne fark eder? Fikrimiz, kalbimiz bir olsun; kilometreler neye engel? Sen denizin içinde olacaksın, ben taş ve soğuk binaların arasında. Her gün duyarım belki sesini ama gözler uzakta ihmal ederlerse birbirlerini? Ellerine kısa süre için güle güle demişken, yine koklayacakken boynunu ve kollarını; ya unutulursa sözler? Sözler neyin teminatı ki? Döneceksin ama mutlaka değişerek. Ya da vazgeçeceksin nasılsa ''o değişti.'' diyerek. Ben burda işime gidip geleceğim, yine bihaber. Güzel yaz akşamlarını yaşayacsğım senin yaşadığından daha sessiz. Arada içkimi içerim ve arkadaşlarımla görüşürüm, senin dostluklarından daha sahte. Yeni bir hayat kuracağım, planım bu. Değişmeyen sen olacaksın onca yeniliğin içinde. Verdiğini belli etmediğin fakat benim hissettiğim desteğin olacak yanımda yine. Vazgeçmeyeceğini hayal ediyorum, vazgeçeceğini ikimiz de biliyoruz halbuki. Sen aslında giderken oraya, geçmişine döneceksin. Geçmiş; alışılmış olan her şey.Çekici gelecek tekrar. Ve sen kendini de beni de kandıracaksın belki de, hak etmediğimiz halde. Gerçekliği istediğimiz halde. Ortak yanımızdı oysa gerçeği aramak. Sessiz geçecek sensiz günler. Aslında ben sessizliğe alışmıştım seni gördüğüm güne kadar. Sen geldin ve ben alışkanlığımı yitirdim. Güzel günler var arkamızda bıraktığımız. Beraber geçirdiğimiz güzel günler ve küçük, tatlı anılar. Her şey bittiği zaman önemi artacak olan anılar.Geleceğimiz var birlikte, bir süreliğine. Aslında belirsizlik güzel olabilir belki.Sen varsın ya, umudumu kaybedemiyorum. Vazgeçmeyelim istiyorum. Bekliyorum gelsin geçsin sessiz günler diye. Belki güzel melodiler duyarız o sessizliğin ardından. Belki sadece hayaldir gördüğümüz.

22 Mart 2012 Perşembe

Fedakarlık dediğin?

Bizi insan yapan şeydi aslında.Tabi ki kaybetmeden önce.
Adımız insan kaldı sadece.
Şimdi içimizdeki son iyi niyetlerle bir kaç ufak mutluluk için çırpıyoruz.Ben senin için çırpınıyorum mesela.Kendimden eksiltip, sana katmaya çalışıyorum. Menfaatimin önüne seni koyuyorum.En azından adımızdan kaybetmemek için.Diyorum ya ufak mutluluklar.Bak, insan dediğin maalesef menfaatini düşünür.
Eskiden, bahsettiğim şu tarihi geçmiş şeylerin değerini bilirmiş insanlar.Farkına varırlarmış.Biz varmıyoruz, değil mi?
Ne çabalar, ne düşünceler ve ne mutluluklarla yapılır bazen.Mutlu olursun, kendinden kaybetsen de ona kazandıracağın şey için.Bahsettiğim şeyden bihaber gibisin? Haklı mıyım sence?
Kendimizden kaybetmiyoruz aslında görüyor musun?Ekliyoruz, katlıyoruz ve tekrar yeşermesini sağlıyoruz.
Aslında tazeliğini kaybetmeyen, gizleyen şeyler bunlar.
Ve farklı şeylere inanmalıyız.Ya da farklı tanımlar yapmalıyız ki, çatışalım.Çünkü adımız var.

Buna göre, düşünmeliyiz.Konuşmalı ve esnek olarak savunmalıyız.
Ben savunduğum için köşede oturup yazıyorum. Senden gelecek cevaplara hazır değilim.
Hayır hayır.Sakın gizlenmesi gerektiği halde göstermeye çalıştığımı da düşünme.Ne duruşumu, ne bakışımı öyle algılama.
Senden hiç bir şey beklemeyecek kadar aklım başımda. Çünkü adımız var, insanız biz.
İnsan dediğin sever halbuki.
İnsan dediğin hasret çeker ve sarılır.
İnsan dediğin öpmek ve konuşmak ister.
Aklımda, rüyamda sadece senin yüzün var. Körü körüne bağlanmak değil bu. Körü körüne bağlanacak kadar aklımızı yitirmedik henüz.
İnsan dediğin kaybetmeyi bilmeli.Duygularına karşılık bulamamayı, yaptıklarına karşılık beklememeyi bilmeli.
İnsan dediğin mutlu olmaktan önce mutlu etmeli.Ardından anlar çünkü, mutlu etmek mutlu olmaktan daha değerli.
Benim senin için yaptıklarıma, yapacaklarıma bir isim koymayı düşünme asla.Ben aklımdan bile geçirmiyorum.Senin, isim koymayacak kadar aklın başında çünkü.
Tanımladığımız şey, tek bir kelime.Anlamını yitirmiş, oysa ki biz geri kazanmaya çalışıyoruz.
Harflerin anlamı yok, sen bir araya getirmezsen eğer. Seninle anlamını buldu tüm bu cümleler de.
Fedakarlık dediğin? İnsani bir şey. Fakat isim koymak yersiz.
Biz insanlığımızı çoktan kaybettik, adımız kaldı geriye.
Birbirimiz için yaptıklarımıza, ne olur bir isim düşünme.